Yabancısı olmadığımız bir tavsiyedir bu. Birçoğumuz “şöyle bir arkana yaslan, derin bir nefes al” diye bir tavsiyeye muhatap olmuştur.
Hem ruhumuzun hem bedenimizin huzura kavuşması için iyi insanlardan hatta doktorumuzdan gelen bir tavsiyedir. Bizden aceleyle karar vermememizi, fevri hareket etmememizi istiyorlardır.
Bize “arkana yaslan, derin bir nefes al” denilmişse o anki durumumuzun iyi olmadığı, bir an önce bu durumdan çıkmamız ve isabetli karar vermemiz istenmektedir. Bunun adı, hikmetle hareket etmektir.
Hikmet, bir insana verilen en büyük bir nimettir. Hikmetin başı ise Allah korkusudur.
İnsanoğlunu bu dünyada en mükemmel seviyeye çıkaracak vasıf, şüphesiz ki Allah korkusudur. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz meşhur hadisi şeriflerinde; “Her türlü hikmetin başı Allah korkusudur” buyurmuşlardır.
Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde Allah Teâlâ peygamberlerine Kitap ve Hikmet verdiğini söyler. Demek ki hikmet, peygamberlere kitaptan sonra verilen, hatta kitapla birlikte verilen en mükemmel bir hazinedir.
Peygamberlerin görevi de kendilerine verilen Kitab’ı ve Hikmet’i insanlara öğretmesi, aktarmasıdır.
Hikmet demek; ilim ve irfan demektir, ölçülü ve isabetli karar verebilme yeteneği demektir, doğru hüküm verebilme, yanlışı doğrudan seçebilme kabiliyeti demektir, ince anlayış ve güzel kavrayış demektir.
Bu güzel vasıf sadece peygamberlere değil, Allah’tan gerçek anlamda korkanlara da verilmektedir.
Gerçek anlamda Allah’tan korkarak hikmet sahibi olmaya hak kazananlar; bu dünyada en mükemmel bir olgunluk seviyesine ulaşırlar, olaylar karşısında doğru hüküm verirler, ilim ve irfan sahibi olurlar, ölçülü ve isabetli kararlar alırlar, ince ve derin bir idrake ulaşırlar.
Dünya hayatında ulaştıkları bu yüceliğin yanı sıra, âhirette de gerçek saadete ve mutluluğa ulaşırlar. Kısacası; Allah’tan korkarak yaşanılan bir hayatın karşılığı, hem dünya saadeti ve hem de cehennemden kurtuluş ve cenneti elde etmedir.
Kendisinde Allah korkusu bulunmayanlar ise hikmet denilen o yüce vasıftan mahrum kaldıklarından dolayı insanlıklarını yitiren kişilerdir.
Keşke sadece bununla kalsa… Yani Allah’tan korkmayanlar sadece kendilerine zarar vermiş olsalar, kendilerine yazık etmiş olsalar. Allah’tan korkmayanlar kendileriyle birlikte başkalarına da dünyayı zindan eden kişilerdir.
Allah Teâlâ’dan korkmayanlar, toplum içerisinde rastgele kişiler değil de eğer o toplumun yöneticileri ve ileri gelenleri ise durum çok daha vahim demektir. Yani Allah’tan korkmayanlar, yaptıklarının hesabının bir gün sorulmayacağını zannedenler eğer o topluma egemen olmuşlarsa, toplumun idarecileri ise artık yeryüzünde İblisin hakimiyeti başlamış demektir. Toplumdaki bütün dengeler altüst olacak demektir.
Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa…
Şu husus asla unutulmamalıdır ki, bütün beşeriyet bir gün Allah Azze ve Celle’nin huzurunda toplanacaktır ve yaptıklarının hesabını verecektir. Adımızı bildiğimiz gibi bunu da bilelim ve aklımızdan çıkarmayalım. Yeryüzünde hayat süren bütün insanlık bir gün kendilerini yaratan Rableri ile karşılaşacak, O’nun huzurunda kıyam duracaktır. O dehşetli günde kabirlerinden kalkan beşeriyet Allah Teâlâ’nın tayin ettiği yere doğru gözlerini bir noktaya dikerek şaşkın şaşkın koşacaktır. Zalimler ve kâfirler dehşet içinde; “Vay bizim halimize, yazıklar olsun bize! Bizi kim diriltti, kim kaldırdı mezarlarımızdan. Demek ki Rahman olan o Allah’ın vaadi doğruymuş, O’nun gönderdiği Rasuller hep doğru söylüyormuş” (Yasin S:52) diyecekler.
O günler zannedildiği gibi öyle çok uzak değildir. Ölüm uzak olmadığı gibi, kıyamet de o kadar uzak değildir. Şöyle kendisinin nereden gelip nereye gittiğini düşünen akıllı bir insan bunun böyle olduğunu hemen görecektir.
O dehşetli günde Allah’ın müsaade ettiğinden başka hiç kimse konuşamayacak, onlar da sadece hakkı söyleyecekler. Ağızlara mühür vurulacak, eller konuşturulacak, ayaklara şahitlik yaptırılacak. O gün mücrimler simalarından tanınacak ve alınlarındaki perçemlerinden ve ayaklarından tutularak cehenneme fırlatılacaklar.
Kibirlendikleri, büyüklendikleri alınlarından tutularak atılacaklar. İnsanlar grup grup cehenneme atıldıkça “Neredesin ey ölüm” diye çığrışacaklar. Görevli zebaniler hem atacaklar ve hem de soracaklar; “Size Allah’ın ayetlerini okuyan, sizi bu cehennemden sakındıran bir resul gelmemiş miydi?” diyecekler. Onlar da; “geldi fakat biz onları yalanladık, inanmadık” diyecekler. Cehennemdekiler su diye yalvardıkça kan ve irin verilecek, yiyecek olarak zakkum verilecek, boğazdan geçmeyen ve bağırsakları parçalayan yiyecekler verilecek. Kafirler ve mücrimler bu ebedi azap içerisindeyken, Allah’a gerçek anlamda kulluk yapanlar, müttakiler kendilerine vaat edilen cennetlere konacaklardır. Genişliği yerler ve gökler kadar büyük olan cennetler, dünyada iken Allah Teala’ya kulluk eden ve O’na itaat eden bahtiyar kulların emrine verilecektir. Akıllarına gelmeyen en güzel nimetler içerisinde yüzeceklerdir. Her türlü yiyecek, içecek, zevk ve eğlence içerisinde ebedi olarak kalacaklardır. Cenabı Allah’ın cemaline kavuşacaklar, rızasına kavuşacaklardır. Allah Teala Yunus Suresinin 7. ayetinde şöyle buyurur: “Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve dünya hayatıyla tatmin olanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar var ya, işte onların yaptıklarının karşılığı olarak varış yerleri ebedi cehennemdir.” Elbette Müminler olarak biz bu inanca sahibiz.
Bütün bunları düşünerek kararımızı vermeden önce şöyle bir arkamıza yaslanalım, derin bir nefes alalım.
The post “Arkana yaslan, derin bir nefes al!” first appeared on İNZAR DERGİSİ.