Müslümanlar ve Sosyal Bilimler

Müslümanlar ve Sosyal Bilimler
Yayınlama: 28.01.2023
A+
A-

Sosyal bilimler, en öz ifadeyle insan bilimleridir. Bu bilimlerden insanın zihinsel üretimini inceleyen dala felsefe, bireyin ruh hâlini inceleyene psikoloji, toplumu araştırana sosyoloji denir. Belli bir topluluğu inceleyene antropoloji, geçmişi ele alana tarih, dil üretimlerini inceleyene edebiyat insan bilimleri arasında yer alır. Yeryüzü şekillerini ve iklimi inceleyene coğrafya da bu bilimlerden kabul edilir.

Yunan felsefesi anlamında felsefe bir yana, Müslümanlar ilk günden sosyal bilimlerle ilgilidirler. Zira İslam, öncelikle bir sosyal harekettir ve sosyal bir hareket, her yönüyle sosyal bilimlerle ilgilidir.

Kur’an-ı Kerim, müşriklerin zihinsel yapısıyla mücadele eder, ona karşı mü’mince bir zihinsel yapı inşa eder; kişilerin, toplulukların örneğin münafıkların ruh hallerinden söz eder, tarihi vakaları aktarır ve tahlil eder.

Hz. Ebû Bekir radiyallahü anh, iyi bir nesep bilginiydi. Hz. Ömer radiyallahü anh da şiirden anlardı. Hz. Resûl sallallahü aleyhi vesellem, henüz Mekke’de panayırlarda kabileleri ziyaret ederken Hz. Ebû Bekir, O’nu kabileler hakkında bilgilendirirdi. Medine’de ise Hz. Resûl’un şairleri vardı. Ashab O’na, Medine’ye kendisini ziyarete gelen kabileleri de tanıtırdı.

Bazı ayet-i kerimeleri anlamak, bazı hadis-i şerifleri anlamayı gerektirir. O hadis-i şerifleri bilmek için ise onların ilk hitap ettiği Arap kabilelerinin diline vakıf olmalı, dili iyi bilmek için de onu konuşan toplulukları tanımalıyız. Yine zımnen sözleşme gibi örfün dikkate alındığı bazı fıkıh teferruatları da toplulukların adetlerini, dolayısıyla sosyolojisini bilmeyi icap ettirir.

Bu vesileyle İslam ve sosyal bilimler arasında bir iç içelik söz konusudur. Abbâsî günlerinde Müslümanlar, Yunan felsefesiyle de tanışmışlar. Onunla uğraşanlar ve onlara reddiyeler yazanlar olmuş. Nihayetinde felsefe de İslam âleminde çokça konuşulmuştur.

İlk İslam hastanelerinde akıl hastalıkları klinikleri de bulunmuş, Müslümanlara hizmet eden tabipler, akıl ve ruh sağlığıyla yakından ilgilenmişlerdir. Tarih ilmi de hakikatte Müslümanlar tarafından gerçek anlamda bir ilim olma niteliğine büründürülmüştür.

İslam tarihinin ilk yüzyıllarında sosyal bilimlerdeki bu canlılık, Müslüman idarecilerin hem kendi toplumlarını hem diğer toplulukları yakından tanımalarını sağlamıştır.

Her biri aynı zamanda iyi bir sosyal bilimci olan mezhep imamları ve büyük âlimler, sosyal bilimleri canlı tutmuşlar, o bilimlerden öğrendikleri ile idarecilere kılavuzluk etmişlerdir.

İslam âlemi, Hicri 4-5/Miladi 10-11. yüzyıllarda bir sarsıntı geçirmiş, ama Haçlı istilasından sonra Nûreddin ve Selahaddin gibi alim yöneticilerin kılavuzluğunda hızla toparlanmıştır.

Eyyûbî hükümdarlarından Selâhaddin’in kardeşinin oğlu Melikü’l-Kâmil Muhammed b. Âdil b. Eyyûb, konağında âlimleri ağırlar, sabahlara kadar onlarla müzakereler yapardı. “Selâhaddin Sonrası Eyyûbîler” kitabımda anlattığım üzere, bu müzakereler sayesinde Batı’yı tanımış, Doğu’daki gelişmeleri görmüş, ferasetini geliştirmiş ve deniz yoluyla komşusu olduğu Batı’yı bölerek Doğu’da Moğol istilası yaşayan İslam âlemine Batı’da soluk kazandırmıştır.

Selâhaddin sonrasında Haçlıların etkisizleştirilmesi ve Moğolların Şam’da Mısır orduları tarafından durdurulması değeri henüz anlaşılmamış, o büyük hükümdarın sosyal bilimlerle edindiği uzak görüşlülük (feraset) sayesinde olmuştur.

O dönemde sadece nahiv ve fıkha odaklı, sosyal bilimleri küçümseyen Şam yöneticileri, onu anlamamanın ve komşusu oldukları Doğu’dan gelen felaketi tahmin edememenin bedelini ödemişlerdir. Buna karşı Hama Eyyûbî hükümdarları da sosyal bilimlere verdikleri önemle onu anlamışlar ve onun yanında yer almışlardır. Hama Eyyûbîleri, Moğol istilasına rağmen Şam’da varlığını sürdüren tek Eyyûbî hükümdarlığıdır.

Nûreddin ve Selâhaddin’in bereketiyle İslam âlemi, Hicri 9/Miladi 15’e kadar sosyal ilimlerde büyük bir atılım gerçekleştirmiş, ne yazık ki sonraki dönemde duraksamıştır. Sosyal ilimlerde duraksama, aynı zamanda zihinsel bir duraksamaya da yol açmıştır. Bu olumsuzlukların buluşmasıyla İslam âlemi bir bütün olarak duraksamaya başlamıştır.

Bu açıdan sosyal bilimlerin İslam âleminde ilerleme için bir lokomotif görevi gördüğünü söylemek mümkündür. O lokomotif durunca İslam âlemi de durmuştur. Zira sosyal bilimler alanında sırları keşfeden çalışmalar olmayınca zamanın tefsirleri ve hadis şerhleri yazılamamış, siyer ve tarih günün gereksinimleri doğrultusunda yeniden ele alınamamıştır. Toplumu tanımayanlar, topluma hitap edememişlerdir. Ulema ile toplum, birbirinden kopunca toplum geri, ulema sahipsiz kalmış, medreseler harap olmuştur.

Müslümanlar, sosyal bilimlerde geri kalınca birbirlerini tanıyamamışlar, düşmanlarının da hareketlerini izleyememişler. Neticede İslam dünyası kendisine yabancılaştığı gibi, mücadelenin kanunlarını unutarak habersiz kaldığı Batı karşısında da gerilemeye başlamıştır.

Buna karşı, Müslümanlar 19. yüzyılda geri kalmanın nedenlerini fen ve teknikte aramışlardır. Hâlbuki fen ve teknikte geri kalış, sosyal bilimlerdeki geri kalışın bir neticesidir.

Müslümanlar, bilim ve tekniğe hızla sarılmışlar, kısa sürede çok iyi hekimler, iyi mühendisler yetiştirmişler ama sorunlarına çözüm bulamamışlardır. Hatta o hekim ve mühendisler de Batı’nın sosyal bilimlerinin etkisinde kalıp İslam’a yabancılaşabilmişlerdir.

Bu hâl, Müslümanları umutsuzluğa sevk etmiş ve onlarda kıyameti çaresizce bekleme hâline dahi yol açabilmiştir.

Şehid Seyyid Kutub rahimuhüllah, sosyal bilimlerin İslam âleminin geriliğindeki rolünü ilk fark eden âlim ve önderlerdendir.

Seyyid, henüz 1949’da yayımladığı “İslam’da Sosyal Adalet” kitabının üçte birlik son kısmını, tamamen Müslümanların bilimle ilişkisine ayırmıştır.

Normalde kitabının konusu ekonomidir, ama Seyyid, bizim sosyal bilimlerde kendimizi ıslah etmeden iktisatta başarılı olamayacağımızı keşfetmiş ve ısrarlı bir dille ele almıştır.

Ona göre fen bilimleri gayrimüslimlerden öğrenilebilir, ama sosyal bilimler gayri Müslimlerden öğrenilemez. Zira sosyal bilimler doğrudan akideye taalluk eder, zihni etkiler ve değiştirir.  O hâlde Müslümanlar, sosyal bilimlerini baştan sona kendileri üretmek durumundadırlar.

Hakikaten Müslümanlar, henüz ilk yüzyıllarda Hristiyan ve Yahudi doktorlardan istifade etmişlerdir. Muhasebe ve mimaride de onların yetenek ve birikimlerinden yararlanmışlardır.

Bugün de zaruret durumunda doktorunuz Hristiyan veya Yahudi olabilir. Ama sizin psikoloğunuz, sosyoloğunuz, tarihçiniz gayrimüslim olamaz.

Müslümanların son dönemde yaşadıkları aile bunalımında bu hakikati anlamamalarının payı büyüktür. Geçmişi dinsiz tarihçilerden, bugünü imansız sosyologlardan öğrenen Müslüman zihni, İslam’ın sorunları çözmedeki yüceliğinden kopuyor. Özellikle bunalan veya “bunaldığını zanneden” Müslüman kadın, ateist ve zevkperest psikologların sözde kılavuzluğunda daha da bunaltılıp İslâmî aile ve yaşam tarzından uzaklaştırılıyor. Basit şikâyetlerle o psikologlara giden Müslüman kadın, kendisini bir anda sorunlu bir çevrede görüyor ve çözümü o çevreden uzaklaşmakta zannediyor.

Bu, ideolojiler çağından sonra Müslümanların yaşadığı en büyük zihinsel felakettir ve bu felaketle baş etmenin yolu sosyal ilimlerimizi ihya etmemizdir.

Sosyal ilimler çatı ilimlerdir. Müslümanların nitelikli çocukları, geçim derdiyle fen ilimlerine yönelirken Müslümanların bu alanlarda dinsizlerin kapısına gitmek durumunda kalması kabul edilemez.

The post Müslümanlar ve Sosyal Bilimler first appeared on İNZAR DERGİSİ.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.