SİYER MEKTEBİ TARİHİN BİR ŞUBESİ OLARAK SİYER

SİYER MEKTEBİ TARİHİN BİR ŞUBESİ OLARAK SİYER
Yayınlama: 26.02.2023
A+
A-

 

 

Tarih; geçmişin sebep ve sonuç ilişkisi içerisinde, zaman ve zemin bildirilerek anlatılmasıdır. Böyle basit bir tanım, elbette ki tarih ilmi için yeterli değildir. Çünkü devletler, sadece geçmişin anlatımı ya da yaşanmış hikâyeler için masraf edip, üniversitelerde kürsüler oluşturmaz; bunca hoca, hakeza ortaöğretimde sayısı kabarık öğretmen istihdam etmezdi. Tabi sınıflar dolusu öğrenci ve ders materyali de cabası.

 

O zaman neden sorusunu sormak gerekiyor. Tekrar etmek gerekirse, amaç geçmişin hikâyesini anlatmak olsaydı, hiçbir devlet bu kadar masraf ve fedakârlığa katlanmazdı. Demek ki ortada başka nedenler var. Sorduğumuz sorunun en iyi cevabını, tarihin sağladığı faydalarda bulabiliriz. Genel geçer olarak söylenen; “Geçmişi bilmek geleceğe yön vermektir.” şeklindeki klişe cümlenin dışında, bahsettiğimiz ilmin en önemli faydası; “Tarihi bilmek insanda bir şuur oluşturur.” şeklinde özetlenebilir.

 

Toplumun ortak hassasiyet duyup, birlikte refleks göstermesi, tarih bilinci sayesinde sağlanabiliyor. Buna benzer olarak, herhangi bir coğrafyada bulunan taş ve toprağı vatan parçası haline getiren en önemli unsurlardan bir tanesi tarihtir. Bahsedilen vatanı muhafaza dürtüsü de yine tarih sayesinde kazanılan bir reflekstir.

 

Bu nedenle hâkim güçler, istenilen formatta insan yetiştirmek için kendilerince oluşturulan müfredata göre tarih öğretimine çok önem verirler. Hatta yaşanmamış hikâyeler uydurup, gönüllerince tarih yazımına girişirler. Bundan kasıt, ideolojilerine göre kişi yetiştirmektir. Bu nedenle geçmişte yaşanan başarılar abartılır, başarısızlıklar ise görmezden gelinir.

 

Kısacası ideolojik endişelerle anlatılan tarihi bilgilerin sonucunda hâsıl olacak sonuç, toplumdaki ortak bilinçtir. Anlattığımızı örneklendirecek olursak; Türk tarihi anlatılan birinin Türk; benzer şekilde Arap, Fars, İngiliz, Kürt vb. milliyetçi bir format kazanması beklenir. Bu nedenle Zekeriya Kitapçı eserlerinde, geçmişte kalan birçok topluluğu Türk; Cemşid Bender ise Kürt olarak görmeye çalışır.

 

Bundan hareketle, İslam tarihi ile yoğrulan bir kişinin Müslüman olacağı, mümince bir hayat yaşayacağı ve bu hassasiyetteki kişilerin oluşturduğu topluluğun İslami tavırlar sergileyeceği hesap edilir. İşte bu noktada siyer anlatımı önem kazanır.

 

Bilindiği üzere tarih sınıflandırılmış; eski, orta, yeni ve yakın diye dört çağ oluşturulmuştur. Tabi bu devirler mutlak olmayıp, yoruma açıktırlar. Siyer açısından önemli olanı orta çağdır. Çünkü Hz. İsa (aleyhisselam) dâhil bütün peygamberler eski çağda gelmişlerdir. Fakat Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), orta çağ denilen zaman diliminde, son resul olarak yeryüzünde görev ifa etmiştir.

 

Siret veya çoğulu siyer; genelde Hz. İbrahim’den başlayarak; Hz. Hacer ve Hz. İsmail (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) anlatıldıktan sonra, bazı Arap kabilelerden devamla Peygamberimizin ataları, özelde ise son elçi Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in doğumu ve akabindeki gelişmelerin, O’nun vefatına kadar sürdürülerek konu edinilmesidir.

 

Siyerde iki anlatım tarzı ile karşılaşıyoruz: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in resul kimliğini görmezden gelerek, şahsiyetini bir kralın veya padişahın hayatını anlatır gibi maddi muhteva ile söz konusu etmek birincisini teşkil eder. İkincisi ise bunun tam tersi olarak, O’nun beşer olduğunu unutturacak tarzda, adeta melek vasfına sokarak, insanüstü bir şekilde gündem edinmektir.

Anlaşılacağı üzere aşırı kutsamacı veya sadece bir ara aparat şeklindeki Peygamber tanımları, hakkaniyetten uzaktır. Bu iki anlatım tarzı ile Aziz Peygamber’i tanıtmamızın imkânı yoktur. Çünkü bizzat kendisi bir beşer olduğunu her defasında söylemekte idi. Ama O’nun Cebrail tarafından desteklenen, Miraç’ta adeta Allah’ın misafirliğine yükselen, “Makam-ı Mahmûd” makamında olduğunu bilmemiz gerekir.

 

Tabi öğretmenden yola çıkarak, öğrencilerini tanımamız, bu anlamda “Sahabe” kavramını tanımlamamız, bazılarının uygulamalarını İslami süzgeçten geçirmek suretiyle eleştiriye tabi tuttuğumuz halde, Peygamber’e duyduğumuz saygının benzerini sahabesine de göstermemiz icap ediyor.

 

Zaten Siyer denilince, sadece Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hayat hikâyesi değil, sahabe ile birlikte “Altın Nesil” olarak tanımlanan topluluğun serancamı akla gelmelidir. Bu nedenle bir söz söyleyeceğimizde bin düşünmemiz, son Resul’ün öğrencilerinden bahsettiğimizin bilinci ile hareket etmemiz gerekir.

 

Aslında Kur’an ve Sünnet’te sahabe, belirttiğimiz çerçevede ele alınmıştır. Örneğin; Peygamber Sevdalıları Vakfı’nın 2022 Kasım’ında konu edindiği Ebu Lübâbe (radiyallahu anh)’in bir anlık hata ile Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bir sırrını ifşa etmesinin ardından, bazı rivayetlere göre ayet ile affedilmiştir: “Bir başka grup var ki, onlar iyi işe bir de kötü iş karıştırdıktan sonra günahlarını itiraf etmişlerdir. Umulur ki Allah onların tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah çok esirgeyici, çok bağışlayıcıdır.” (Tevbe, 102)

 

Bir de Mekke’nin fetih harekâtını Kureyş’e bildiren Hatıp bin Ebu Beltea (radiyallahu anh) vardır ki, yaptığı iş Hz. Ömer (radiyallahu anh)’in o meşhur “Bana izin ver öldüreyim ya Resulullah!” cümlesine maruz kalmıştır. Ama Allah’ın Resulü, İbn Ebu Beltea’nın Bedir ehli olduğundan bahisle, bizzat kendisi affetmiştir.

 

Ancak her ikisi de uyarılmak üzere birer ayete konu olmuşlardır. Bu Lübâbe; Ey iman edenler! Allah ve resulüne karşı hainlik etmeyin, size bırakılan emanetlere de bile bile hıyanet etmeyin.” şeklinde Enfal 27; İbn Ebu Beltea ise;  “Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” diye Mümtehine suresinin birinci ayeti ile uyarılmışlardır.

 

Buna rağmen söz konusu kişiler ile ilgili Peygamberimizin tavrı, aradaki bağı koparacak, onlara bütün pencereleri kapatacak tarzda değildir. Çünkü Hz. Peygamber, Bedir Savaşına katılanların kendi babaları, oğulları, kardeşleri, amcaları ve dayıları ile karşı karşıya geldiklerini çok iyi biliyordu. Bir başka deyişle geçmişteki hizmetlerini görüyor ve takınacağı tavrı buna göre belirliyordu.

 

Ve dahi bizlerin hem Aziz Peygamber’den hem de sahabesinden alacağımız çok şey vardır. Siyeri okumanın en önemli amacı, alınması gereken mesajları almak olmalıdır.

The post SİYER MEKTEBİ TARİHİN BİR ŞUBESİ OLARAK SİYER first appeared on İNZAR DERGİSİ.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.