Ebû Saîd el-Hudrî’den radiyallahu anh rivayet edilmiştir. Dedi ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i işittim şöyle buyurdu:
“Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78.; Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17)
İyiliği emir, kötülüğü yasaklama; dinimizin hayatiyetini koruyan mühim bir müessesedir.
Emredilecek olan ma’ruf, İslam’ın güzel kabul ettiği her şeydir. Yasaklanacak olan münker de İslam’ın çirkin bulup reddettiği her şeydir.
Hadis-i şeriften de anlaşıldığı gibi iyiliği emir ve kötülükten nehiy, İslâm ümmetinin müşterek sorumluluğudur. Her bir Müslüman bulunduğu seviyeye göre bunların hangisine güç yetirirse onu yerine getirmekle mükelleftir.
Bir kötülüğü el ile değiştirmek, ona fiilî müdahalede bulunmak demektir. Ancak bunu yaparken, daha büyük bir kötülüğe sebep olunmaması gerektiği prensibi hep hatırlanmalıdır. Eğer bir kötülüğü değiştirmek, kendisinin veya bir başkasının öldürülmesi gibi daha şiddetli bir fitneye sebep olacaksa, elle değiştirmekten vazgeçip dil ile söylemeli, nasihat yolunu yeterli görmelidir. Şayet söylemek de aynı şekilde tehlike yaratacaksa, kalbiyle düzeltme yolunu tercih etmek gerekir. Kalbiyle değiştirmek demek, o şeyi kerih görmek ve ondan tiksinmektir. Bu durum, bir kötülüğe mâni olmak değilse de elinden başka bir şey gelmediği için, bununla yetinilmesi câiz görülmüştür. (Riyazü’s Salihin terceme ve şerhinden)
İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Benden önce Allah’ın gönderdiği her peygamberin mutlaka ümmetinden havarîleri ve arkadaşları olmuştur. Bunlar onun sünnetiyle amel ederler emirlerini de yerine getirirlerdi. Sonra, bu peygamberlerin ardından öylesi kötüler zuhûr etmişti ki, yapmadıklarını söyleyip kendilerine emredilmeyeni de yapmışlardır. Kim bu güruhla eliyle mücahede ederse mü’mindir. Kim onunla diliyle mücahede ederse o da mü’mindir. Kim de onlarla kalbiyle mücahede ederse o da mü’mindir. Bunun gerisine, artık zerre miktar iman yoktur.”(Müslim, Müsned)
Evet, işlenen bir kötülük karşısında, mü’min, şartlara göre mutlaka bir tavır alacaktır. Eliyle müdâhale ettiği takdirde halledebileceği bir durumsa eliyle, sözle faydalı olabilecekse diliyle müdâhale edecektir. Her ikisi de fayda vermeyecek bir durumda ise kalben buğzederek taraftar olmadığını belirtecektir. Bunu da yapmazsa o münkeri hoş görüyor demektir. Bu elbette imanla bağdaşmaz.
Bu nedenle selef-i salihin büyüklerimiz: “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” demişlerdir.
Buna binaen İslam’da kötülüğe göz yummak yoktur. Mükellef olan her bir Müslüman çevresinde olup bitenlerden bilhassa yapılan kötülüğe karşı sorumludur.
Zira toplumda bir kısım insanların yaptıkları kötülüklere, işledikleri haramlara, uygunsuz davranışlara göz yumulur, engel olunmazsa, toplu yıkım kaçınılmaz olur. Müslümanların görevleri, sadece kendileri kötülük yapmamakla bitmez, aynı zamanda başkalarının kötülüklerine engel olmak gerekir. Ayrıca fertler hür olduklarını iddia ederek, her istediklerini yapamazlar. Başkalarına zarar verici nitelikteki fiillere elbette engel olunur, çünkü bunun hürriyetle bir alâkası yoktur. Bir kişinin hürriyeti, başkasının hürriyetine zarar veremez.
Bu sebeple kötülük işlendiği zaman “Bana ne?” veya “Beni ilgilendirmez” ya da sadece “Allah belasını versin!” gibi sözler gerçek bir Müslüman’ın tavrı olamaz/olmamalıdır.
Esasen Müslümanlar, bu görevleri yerine getirecek bir yapıyı kurmak zorundadırlar. Çünkü İslâmî hassasiyetlere sahip bir yönetim kadrosunu, doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü öğretip öğütleyecek ilim erbabını ve bu hususlarda duyarlı bir halkı yetiştirmedikçe, vazifelerini yapmış sayılmazlar.
Hem kötülüğe engel olmayan milletlerin tarihte çöktükleri ve gelecekte de musîbet ve belalara mâruz kalacakları ve çökecekleri malumdur.
Nu’mân bin Beşîr radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur’a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar: Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz, dediler.
Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse hem kendileri kurtulur hem de onları kurtarmış olurlar.” (Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30; Tirmizî, Fiten 12)
Yine Huzeyfe radiyallahu anh anlatıyor: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a kasem olsun, ya ma’rufu emreder ve münkerden de sakındırırsınız veya Allah’ın katından umumî bir belâ göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten 9)
Ma’rufu emir ve münkeri yasaklama vazifesinin de adabına uygun ve bilinçli bir şekilde yerine getirilmesi gerekir.
Mesela iyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesini yapacak olanların, bunlara öncelikle kendilerinin uyması, sözlerinin tesirli olması açısından önemlidir.
İyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesi yapan kimseler, İslam’ı ve İslâm’ın tebliğ metodunu iyi bilmelidirler. İlim, nezâket, iyi muamele, yumuşak davranış, merhametle yaklaşma gibi genel esaslar, böyle kimselerde bulunması gereken temel vasıflardır.
İmam Şâfiî rahimehullah:
“Din kardeşine gizlice öğüt veren kimse, gerçekten nasihat etmiş olur. Fakat alenî ve herkesin gözü önünde ona öğüt veren kimse, din kardeşini son derece küçültür” der.
Kötülüklere mâni olurken, elinde güç ve kuvvet bulunduran câhillere, şerrinden korkulan zâlimlere karşı son derece yumuşak davranılmalıdır. Aksi takdirde pek çok fitnelere; hayır yerine şerre sebebiyet verilebilir.
Aile reisi de ailesinden ve velâyeti altında bulunanlardan sorumludur. O halde, kişinin eşinde, çocuklarında, küçük kardeşlerinde ve hizmetinde bulunanlarda gördüğü kötülükleri, usulüne uygun düzeltmesi üzerine öncelikli bir vecibedir.
Bu şekilde herkes üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirecek olsa kötülükler azami derecede azalır ve iyilikler topluma hâkim olur.
Rabbim bu ehemmiyetli vazifeyi hakkıyla yerine getiren kullarından eylesin. Amîn!…
Abdulkuddus YALÇIN
The post Müslümanların Ortak Sorumluluğu first appeared on İNZAR DERGİSİ.