Türkiye’deki muhafazakâr kesim büyük oranda dava bilincini kaybetti. Olaylar karşısındaki tutumunu Kur’an ve sünnet süzgecinden geçiremiyor artık. Net bir duruşları yok, olmadığı için de realiteye hemen boyun eğiyorlar. Bir bireyin davasını unutup popüler fikirlere boyun eğmesi iyiye işaret değildir ancak bir STK’nin veyahut da bir cemaatin böyle davranması çok vahim bir durumdur. Muhafazakârlar böyle davranmakla önlerine çıkan çok büyük bir fırsatı tepmektedir. Bu fırsat, ümmet olabilme fırsatıdır.
Bugün Türklerde, Kürtlerde ve Araplarda ümmet bilinci yok maalesef. Hepsi, İslam’ı gelenek ve göreneklerinin bir parçası olarak görüyor. Dinin koyduğu emir ve getirdiği yasaklara ancak dünyevi menfaatleriyle çatışmaması hâlinde riayet ediyorlar. Bu üç ulus da şu an için ülkemizde bir arada yaşıyor. Emperyalist güçler, ülkemizdeki ajanları vasıtasıyla oluşturdukları fitne ortamlarından hareketle bu halkları sürekli olarak birbirine kırdırtmaya çalışıyorlar.
Tarih incelendiğinde emperyalist güçlerin Müslümanlarda ümmet bilincinin oluşmaması adına ellerinden geleni yaptıklarını görürüz. İlk hedef, uzun yıllar İslam’ın sancaktarlığını yapmış iki necip millet olan Araplarla Türklerin arasını açmaktı. Bu konuyla alakalı düşüncesini Kürt-İslam âlimi, müfessir ve yazar Bediüzzaman Sait Nursi “Azimle yürüyen amansız düşmanlar pek acı işkenceler altında ezdikleri Türk ve Arap bu iki kardeşi bir daha ittihad (birleşmek) etmemek için en müthiş muahedelerin (anlaşmaların) zincirleriyle bağladılar. Çelik zincirler altında senelerce inlettirdiler. Her türlü şenaati (kötülüğü) Müslümanlara icra ettiler[1]” ifadeleriyle dile getirmiştir.
Bu amaçlar doğrultusunda çalışan emperyalist güçler, Osmanlı İmparatorluğunu yıkıp imparatorluğun hükmettiği topraklar üzerinde 45 ayrı devlet kurdu. Bir asırdan fazla süredir kurulan bu yeni devletlerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürdü ve hâlâ sömürmekte. Müslüman halklar, sömürü düzenine karşı belli önlemler alma yoluna gitti. Bu durum, emperyalistlerce göz ardı edilemezdi. Durumdan endişeli olan emperyalistler, yeni çözüm arayışlarına girecekti. Çünkü çok iyi bildikleri bir şey vardı: Bu coğrafyanın kadim milletleri Türkler, Kürtler ve Araplar birlik olup beraber mücadele etmeye başlarlarsa hiçbir güç karşılarında duramazdı. Bundan dolayı zaten parçalamış oldukları İslam topraklarını daha da küçük parçalara ayırmaya karar verdiler. İslam coğrafyasında yaşayan Müslüman halkların arasına tefrika ve düşmanlık tohumları ekeceklerdi. Bu planlarını uygulamaya koydular ve bu uygulamaları sonucu İslam coğrafyası kan gölüne döndü. Müslümanlar olarak bizi sömürenleri bırakıp namlularımızı birbirimize çevirdik. Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de milyonlarca Müslüman, yaşadıkları toprakları terk edip daha güvenli bölgelere göç etmek zorunda kaldı. Milyonlarca Müslümanın, uğrak yeri güvenli liman olarak gördükleri Türkiye oldu. Bu durum her ne kadar trajik sonuçlar doğursa da beraberinde bazı fırsatlar da getirdi. Yeniden ümmet olma fırsatı, bunlardan biriydi.
Türkiye’deki İslami STK ve cemaatler göç etmek zorunda kalan bu insanlarla samimi bir şekilde ilgilenebilirdi. Kuran-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz “Müminler ancak kardeştirler, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki rahmetine mazhar olasınız.[2]” buyuruyor.
Maalesef böyle olmadı. İslami STK ve cemaatler bu insanlara yardım kolisi dağıtmak suretiyle dini ve vicdani tüm sorumluluklarını yerine getirdiğini düşündü. Yıllardır uygulanan yanlış politikalar sonucu, düzensiz göç ve işsizliğin faturası, ülkemize göç etmek zorunda kalan bu insanlara kesildi ve ülkemizde insanlık namına hiçbir değere sahip olmayan güruhlar tarafından yapılan propagandalar dolayısıyla muhacirler zan altında bırakıldı. İslami STK ve cemaatler de mülteci düşmanlarının bu propagandalarına aldanarak bazen mülteci düşmanları ile aynı dili kullandı. En iyi ihtimalse bu durum karşısında suskun kaldı. Ümmet bilinci etrafında birleşemeyen halklar etnik köken üzerinden ayrıştı. Kürtler, Türkler ve Araplar Orta Doğu coğrafyasında kaderlerinin ortak olduğunu unuttu.
Ama Allah’ın izniyle Risale-i Nur’un aziz şâkirdi Husrev Abinin dediği gibi “Cenab-ı Hakk’ın lutf u kereminden büyük bir ümit ile yalvarıp istiyoruz ki Sevgili Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri’nin verdikleri haberi beşaretle, Türk ve Arap iki hakikî Kardeş millet yakın bir âtide ittihad (gelecekte birleşecek) edecek. Ve o ittihad sayesinde, o müthiş düşmanların Müslümanlar içine saçtıkları fesat tohumları kendi yüzlerine atılacak. Ve zincirler altında inleyen dört yüz milyon Müslümanlık, yeniden Hayat-ı Kudsiyye-i İslâmiyye (İslamın güzel Hayatı) ile, nevi beşerin (İnsanlığın) başına geçip, sulh ve Müsalemet-i Umumiyeyi (Tüm dünyada Barış ve huzuru) temin edecek.[3]”
[1] Tarihçeyi Hayat Isparta Hayatı
[2] Hucurat Süresi-10
[3] Tarihçeyi Hayat Hüsrev Abinin Mektubu