Davetçi Olması Gereken Yerde Olmalıdır

Davetçi Olması Gereken Yerde Olmalıdır
Yayınlama: 25.04.2023
A+
A-

Olması gereken yerde olmayanlar olmaması gereken yerde olanlardır.

Davetçi, dirayetli bir şekilde elinden gelen gayreti ve elzem olan metaneti bu uğurda gösterir. Bilir ki Allah Resûlü Hz. Muhammed Mustafa (sav) İslâm’ı tebliğ ederken yani halkı hakka davet ederken “Şeriat-ı Tekviniye” dediğimiz, kâinatın akışı, güncel olay ve durumlar içerisinde cereyan eden genel ve özel durumlara özgü davranmıştır.

İrşad, inzar ve ikaz süreci olan davet, davetçinin olması gereken yerde olmasıyla başlar. Sosyal çevresinin ve etkileşim içerisinde bulunduğu kitlenin durumuna göre pozisyon alır. Toplumsal hâli iyi okur. Güncel ve dakiktir.  Evet, davetçi adetullahı, sünnetullahı yani şeriat-ı fıtriyeyi bilmelidir.

Toplumun istimdat ve istinat noktalarını bilmekle birlikte bu noktalardan en az biri zaten kendisi olmalıdır.

Davasını dert edinen her davetçi, hayatın akışı içerisinde sürekli aktif ve uyumludur. Toplumun taziyesinde, düğününde, bayramında, çarşı pazarında halkla ahenkli bir uyum içinde sürekli emri bil maruf nehyi ‘anil münker makamındadır.

İhsanın ihyası için ihlaslı olmakla beraber sadece çaba göstermek yetmemeli. Çabasının nerde ve nasıl olması gerektiğini de bilmeli.

“Cahil secde etti oysa kıyam vakti idi.” İkbal’in bu ikazını kendisine dersi azam kabul etmeli.

Davranışlar zemin ve zaman çizelgesinde kıymet kazanır. Doğru davranış her zaman ve zeminde doğru olmayabilir. Davet makamında bulunan her Müslüman bunu zaten bilir/bilmelidir. Taziyede tebessüm etmenin, sahildeki köye ısrarla teyemmümden bahsetmenin mantıki bir açıklaması olmasa gerek. Aça kıyafet, toka yemek uzatmak beyhudedir.

 

Ülkemizin, büyük bir felaketten ve ciddi bir imtihandan geçtiği bu süreçte, davetçi elbette ki yaraları saran, canhıraş fedakârlıklar gösteren, toplumun yüreğine-gönlüne dokunan birer yardım gönüllüsü olmalıdır. Etrafına güven dağıtan güvenilir bir liman olmalıdır. Olağanüstü böylesi durumlarda olağan olamaz. İnzivaya çekilemez, dağ evi, bağ evi vb. yerlere yerleşemez, insanları felaketleriyle baş başa bırakamaz.

Çünkü; hiçbir zorluk veya felaket davetçiyi hak yolda ilerlemekten ve hakkı söylemekten alıkoyamaz. Yorulsa da yılmaz, gücü zayıflasa da zaaf göstermez… Baş verseler de baş eğmezler…

“Nice Nebiler vardı ki, beraberlerinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar. Zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever” (Ali İmran 146).

Deprem bölgesinde, enkazlarda balyoz sallayan, vinç kullanan, demir kesen, moloz kaldıran, hatta çalışanlara su dağıtan her bir kahraman, masa başı akıl yürüten sözüm ona aydınların tümünden daha aydın daha bilinçlidir. Sorumluluk bilinci ve vicdan aydınlığı…

Malumdur ki kaderin hem ihtiyari hem ızdırari yönü vardır. Yani sorumlu olduğumuz ve sorumlu olmadığımız yön… Olağan dışı durum ve felaketler ızdırari yöne bakarken insani yardım ve felaketi hafifletme çabaları ihtiyari yönü kapsar. Biz bize düşeni yaptıktan sonra elbette ki sonuç Rabbi Rahman’ın iradesi ile tecelli edecektir.

Toplumsal sorun ve sıkıntılarla mücadele edemeyenler toplumları ihya edemezler. Umumun derdine lakayt kalmak davasızlıktır hatta insafsızlıktır.

Elbette ki ‘hakka davet’ hiç bir zaman duasız olmaz, sadece duayla olmadığı gibi…

Davetçinin heybesinde her zaman feraset ve basiret, vakti geldiğinde cesaret ve infak, her an gayret ve metanet, bazen de seccade ve inziva olmalıdır. O, vakti kuşanan, hâli anlayan, zemini tanıyan, nerde ne yapacağını bilen bir kılavuz olmalıdır.

Vakti gelmeden yapılan veya vakti geçmiş her davranış aslında yapılmaması gereken davranıştır. Ya ifrat ya da tefrit… O nedenle davetçinin her hali, her hareketi vasattır, zamanında ve yerindedir.

Ülkemizde vakit isar ve infak zamanıdır. Gayret ve fedakârlık zamanıdır. Davasını tasa edinen her davetçi bugün her zamankinden daha çok sahada olmalıdır. Afet bölgelerinde, köy ve kasabalarda, aş evlerinde, yardım çadırlarında olmalıdır.

Mağdura uzanan el, mazluma ulaşan destek, mahruma yetişen imkân, açıkta kalana yuva, aça aş, dertliye derttaş olmalıdır.

Olağan dışı her durumu, şu ana kadar sohbetlerinde, dernekte, televizyonda, dergide, gazetede anlata durduğu isar ve kardeşlik kavramlarını yaşayarak, uygulayarak tebliğ etmesinin zaman ve zemini oluşturan bir fırsat olarak bilmelidir.

Bu meramımı bizatihi yaşadığım birçok olaydan sadece birini anlatarak açıklamak isterim.

Deprem saatinden beridir Adıyaman’da Umut Kervanı gönüllüsü olarak çalışmaktayım. Bir aydan fazladır. Belki binden fazla kardeşimizin oluşturduğu dev bir gönüllü ordusu var. Akşam yemek dağıtımından sonra, sabaha kadar kalacak kardeşlerimiz dışındakiler evlerine daha doğrusu çadırlarına, barınaklarına dönüyor. Bir arkadaş ile birlikte yemek aracı ile Kahta’ya dönüyoruz. Berat gecesidir. Af gecesi…

Daha önce camimizde gençlere, çocuklara Kur’an-ı Kerim dersi veren mütebessim bir kardeşimiz.

Hal hatırını sorarak konuşmaya başladım. Depremden bu yana birbirimizi sormaya fırsatımız olmamış demek. Çok şükür deyip sustu. Ailesini sordum.

Onlar da iyidir deyip tekrar sustu.

Deprem anı neredeydiniz diye sorunca zoraki bir tebessüm etti ve vakarıyla anlattı.

– Bir akrabamın evinde misafirdim. Deprem anından bir saat önce Rabbim bana bir evlat bahşeyledi. (Yüzünde hayâdan buseler beliriyor.)

– Nasıl yani? Deprem anında hastanede miydiniz?

– Kayınvalidem ile eşim hastahanedeydiler.

Evimiz ağır hasar görmüştü. Ürkmüştüm. Depremden hemen sonra hastahaneye fırladım. Tüm hastalar dışarı çıkarılmıştı çok şükür. Hava çok soğuk! Ailemi arabama alıp ısıtmaya çalıştım. Üşümüşlerdi. Daha bir saatlik bebeğim de üşümüştü. Korkuyorduk. Gidecek bir evimiz yoktu artık.

– Ee sonraa? (Öyle etkilenmiştim ki “sonraa” demekten başka diyecek bir kelime bulamamıştım.)

– Sonrasında Adıyaman’ın çok kötü olduğu haberini aldık. Ailemi Samsat ilçesine bırakıp enkaz başına geldim. Umut kervanının diğer gönüllüleri gibi günlerce enkazlarda çabaladım. Metanet ve gayret ile tam altı gün… Sonra da gördüğünüz gibi yaklaşık bir aydır, sadece Allah rızası için çalışıyoruz çok şükür.

– Ya bebişin?

– Her gün olmasa da arada uğramaya çalışıyorum. Çöken öğrenci evimizde vefat eden Ahmet ile Musab kardeşlerimizin isimlerini verdim bebişime. Ahmet Musab.

– Maşaallah ne güzel bir isim. Güzel ancak sen de bilirsin ki ailene daha çok zaman ayırman gerekiyor?

O davetçi kimliği, yufka yüreği, imanlı kalbiyle, yüzüne nurdan gamzeler düşmüş bir halde öyle bir cevap verdi ki;

– Enkaz altında kalanlar ve dışarda yaşam mücadelesi verenler, en çok zaman ayırmam gereken ailem değil midir? Onların bana daha çok ihtiyacı yok mu?

Kin ve kibirden arınmış bu fedakârlık beni ziyadesiyle etkilemişti.

Olması gereken yerde olmak ne büyük bir izzetmiş… Berat gecesini ihya etmenin böylesi…

“Eyvallah kardeşim eyvallah. Rabbim say’ınızı da sayınızı da arttırsın.” dedim ve sustum.

İçimde, bizi olmamız gereken yerde olduran Rabbi Rahman’a hamd olsun zikri birikiyordu.

 

 

The post Davetçi Olması Gereken Yerde Olmalıdır first appeared on İNZAR DERGİSİ.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.