Fikrî Sapış = İnançta Sapış!

Fikrî Sapış = İnançta Sapış!
Yayınlama: 22.09.2023
A+
A-

 

Sapmak, Sıratü’l-müstakim’den, Kur’an ve Sünnette tarif olunan dosdoğru yoldan ayrılmaktır, dalalete düşüp hak yoldan ayrılmaktır.

Fikrî sapış ise zihnin ifsat olmasıdır. Zihnin bozulması kalbin bozulmasına uzak değildir. Fikren bozulanın kalbi bozulur. Fikren sapan, inançta da sapar. Fikirde dalalete düşen inançta dalalete düşmüştür, çünkü inanç ve fikir nihayetinde bir bütündür.

İmanı sağlam, fikri bozuk bir insandan nasıl söz edebiliriz; yani imanda Sıratü’l-müstakim üzeri ama düşüncede dalalette olan birinden? Böyle bir tutarsızlık kabul edilebilir mi? İmanı Müslümanca fikri kafirce birinden söz edebilir miyiz? Dilersiniz öyle birini tasavvur edin!

İmanın sağlamlığı, sağlam fikir gerektirir. Zira sağlam fikir olmadan imanın gereğini yerine getirmek mümkün değildir ve imanın gereği yerine getirilmeden sağlam imandan söz edilemez.

Müsaadenizle meseleyi biraz daha irdeleyelim:

Müslüman olmak, Muhammed Mustafa salallahü aleyhivesellem’e tabi olmaktır. Hz. Allah’ın varlığına inanan ama kafirler gibi ırkçı, kafirler gibi Marksist biri… Biz, böyle birinin Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhivesellem’in takipçisi kabul edebilir miyiz?

Haydi biraz daha ilerletelim: Diyelim ki kalbi Müslümanlarla ama ameli kafirlerle… Mekke’de Muhammed Mustafa salallahü aleyhivesellem’e iman ettiğini söylüyor ama Uhud’da müşrik ordusu içinde Muhammed Mustafa salallahü aleyhivesellem‘le savaşıyor. Bu hâli tasavvur edebilir misiniz?

Bunun için geçmişte fikir sapması diye bir sapmadan söz edilmemiştir. Kişi, Asr-ı Saadet’te kafir ise kafir, münafık ise münafık kabul edilmiştir. Asr-ı Saadet sonrasında ise inancını koruduğunu iddia edip sapkın filozoflara tabi olanlara “zındık” denmiştir ve “zındık”, Allah’a inanmayan, kafir kişi olarak bilinmiştir.

Batı’da Miladi 18. Yüzyıldan itibaren Hıristiyanlıktan sapanların bir bölümü kendilerini bir inanç akımı olarak değil, düşünce akımı olarak takdim ettiler. Kendilerini inancın insanı değil, fikrin insanı olarak tarif ettiler. İşte o tür kişilerin öncülerine “filozof” anlamında düşünce adamı dendi. O düşünce adamları, Hıristiyanlıktan uzaklaştılar, hatta Hıristiyanlığa karşı “fikren” savaştılar, iktidar olduklarında ya da iktidarlar üzerinde etkili olduklarında Hıristiyanlığı imha edecek işler yaptılar.

Yaklaşık yüz yıl sonra Miladi 19. yüzyılda bu akımların etkileri Kahire ve İstanbul üzerinden İslam dünyasına da yansıdı; İslam dünyasında da inançta Müslüman olup fikirde İslam’dan uzaklaşan kişiler türemeye başladı.

Süreç, Batı’dan çok farklı değildi. Batı’da düşünce adamı olma iddiasındakiler önce “Avrupa’yı Müslüman istilasından nasıl kurtarır ve dünya gücü hâline getiririz?” sorusuna cevap verecek düşüncelerle öne çıktılar. Sonra adım adım Hıristiyanlık düşmanlığına doğru sürüklendiler.

İslam dünyasında ise “Teknik olarak nasıl kalkınır ve Batı istilasına karşı kendimizi nasıl koruruz?” gibi gayet haktan yana bir soru ortaya atıldı ama araya Yahudi ve Masonların girmesiyle soruya cevap arayışları saptırıldı.

Müslümanları Batı istilasından kurtarma iddiasıyla öne atılanlar, işlerinde yol aldıkça Müslümanları Batılı düşüncelere açtılar ve nihayetinde İslam dünyasının Batı tarafından istilasında Moğollara yol gösterenler gibi kılavuzluk ve paralı hizmetkârlık ettiler.

Zamanla Batıcılar denen bu grup sözde Batılı düşünce adamlarının fikirlerini İslam alemine taşımaya başladılar. Önce milliyetçilikten söz ettiler ki milliyetçilik en zararsız hatta faydalı gibi görünen en tehlikeli fikri sapmadır.

Avrupa’da da Hıristiyanlıktan kopuşun ilk adımı milliyetçiliktir. Milliyetçilik; Avrupaları önce büyük Hıristiyan cemaati Katoliklikten kopardı. Böylece cemaatsiz kalan Hıristiyanları ardından ırkçılığa sürükleyip birbirini imha edecek savaşlara sevk etti. O yüzden Avrupalılar, kalkınmalarının tadını alamadılar. Kalkındıktan hemen sonra birbirleriyle savaşıp korkunç katliamlarla mahvettiler.

İslam dünyası, yakın bir dönemde milliyetçilikten uzaklaşır gibi oldu, ama son devirde bütün toplumlar arasında milliyetçilik bir yana ırkçılık dahi teşvik edildi. Vaka o boyuta vardı ki neredeyse Batı’da olduğu gibi her ırka ait farklı bir İslam inancını geliştirme yönünde dahi işaretler alınmaktadır. Bunlar uyarıldığında “biz düşünce adamıyız”, düşünceye kısıtlama olmaz, deyip zındıklıklarını yayıyorlar. Onlar hiç kuşkusuz şeytanın dostlarıdır!

Düşüncede sapışın küresel anlamda köklü diğer iki akımı ise liberalizm ve sosyalizmdir. Liberaller, insanları Allah’a iman etmekten uzaklaştırmak için açık bir çaba göstermeden ama neticede oraya sevk edecek bir ekonomi ve ahlak anlayışı dikte ettiler.

Liberaller, bir bakıma “Kişi Allah’a inanabilir, önemli olan Allah’ın dilediği gibi düşünmemesi ve onun dilediği gibi yaşamamasıdır!” dediler; imanı hiçleştirmeye, anlamsızlaştırmaya, gülünç bir tutarsızlığa sürüklediler. Tutarsızlığın ardı terktir ve Batı’da pek çok liberal zamanla ateistleşmiştir. Bugünkü Batılı ateistlerin mühim bir kısmı liberal düşünceden gelmektedir.

Sosyalistler ise genel olarak doğrudan Allah’a imana karşı durdular; kişileri düşünce olarak kendilerine benzetmek için ateistleştirmeye çalıştılar. Ateistleşmeyeni kendilerinden saymadılar. Onlar da uyarıldıklarında yaptıklarının düşünce işi olduğunu öne sürdüler.

Günümüzde iki akım bütünleşti ve Allah’a iman etmekten koparma iddiasından, büyük ölçüde uzaklaştı.

Her iki akım el birliği içinde ahlaka karşı savaş içindedir. Dün inancı hiçleştirenler, bugün düşünceyi hiçleştirdiler artık sadece arzuların askeri oldular. Hep birlikte arzuları sınırlandırmanın insanın yararına olmadığını öne sürüyorlar. Daha da ötesi arzuları tahrik edip insanı bütün değerlerinden uzaklaştırmayı devlet koruması altında olması gereken bir hak olarak görüyorlar, böyle bir sapmayı bir tür kutsuyorlar.

Müslümanlar, inanç sapması konusunda çok başarılı bir mücadele sergilediler. Irkçılık konusunda bir miktar bocaladılar. Düşünce sapması karşısında ise bütün insanlığa hizmet edecek şekilde, liberalizm ve sosyalizmin çürüklüğünü ortaya koydular. İnsanlığı Allah’tan uzaklaştırıp kula kul etme yönündeki hazin bir devrede insanlığa resmen kurtuluş önderliği yaptılar.

Bugün Müslümanlar yepyeni bir imtihanla karşı karşıyadırlar: Irkçılıkla mücadele ile beraber insanlığı ahlaken bitiren akıma karşı insanlığa imam olmak ya da müfsitlere boyun eğmek!

Bu, insanlığı sıfır noktasına düşüren zevkperizm akımıdır. Zevkperizme mücadele, sapmaların tümüne karşı bütüncül mücadele içine alınmalı, onun tahribatı insanlığa kavratılmalıdır.

Ne yazık ki yakın geçmişte Müslümanlar savaşlar kazandılar ama kazanımlarını koruyamadılar. Ahlakı dolayısıyla insanlığı koruma konusunda insanlığa yaptıkları hizmetleri de aynen o savaşlar misali dünyaya duyuramadılar. Çünkü Müslümanların sanatı çoktan ölmüş, dilleri çoktan susmuştu.

Dolayısıyla ezilen insanlık, İslam’ın ve Müslümanların bu ahir zamanda insanlığa nasıl hizmet ettiğini kavrayamadı, İslam’dan istifade ederken İslam’a yönelmedi hatta zaman zaman İslam’a düşmanlık etti.

Öyleyse bugün sapmalara karşı durmakla bu karşı duruşun insanlığa hizmet olduğunu, insanlığın kurtuluş hareketi niteliğinde olduğunu dünyaya kavratmayı aynı önemde görmeliyiz.

The post Fikrî Sapış = İnançta Sapış! first appeared on İNZAR DERGİSİ.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.